23 Ocak 2011 Pazar

İstanbul neden özlenmez?


Ben istanbulu hiç özlemedim. Evet, doğru okudunuz, hiç özlemedim. İnsan doğduğu ve bu denli sevdiği şehri özlemez mi? Gayet tabii ki, özler. Ama nedense ben hiç özlemedim. Bazen kendi kendime, bunun bendeki bir dengesizlik olabileceğini düşündüm.

25 yıldan sonra istanbula döndüm.

Geldiğimin ilk günleri. Doğduğum semti, gençliğimi yaşadığım yeşilköyün mahallelerini, sokaklarını gezdim. Bir sürü binalar yıkılmış, yerlerine yenileri yapılmış. Ama hiç bir şey bana yabancı gelmedi. Eski arkadaşların bazılarını buldum. Sanki son kez birbirimizi değil 25 yıl, 25 saat önce görmüşüz gibiydik. Aynı yakınlık, aynı ortam. Güldüğümüz, kızdığımız meseleler aynı. Onlarıda o denli sevmeme rağmen, özlememiş olduğumu seziyorum.

Mutluyum. Sabahtan akşama kadar istanbul.

Yeşilköyde, rıhtımın hemen yanındaki bir otelde kalıyorum. Gecenin geç vakti, saat 2 civarları olması lazım. Arkadaşlardan ayrıldım, otele doğru yürüyorum. Aklımdan bir sürü anılar geçmekte. Kendimi birden bire, yeşilköyün arka sokaklarında buldum. Demek ki, düşüncelere dalıp yürümüşüm. Nerede olduğumu kısaca kavramaya çalıştım. Bu küçük fırının önünden geçen sokaktayım. Ama geldiğim bu yol gerçekten de sahildeki otele giden en kestirme yoldu. Beni buradan rıhtıma doğru götüren bilinçaltı yollarıda unutmuyor galiba.

Otelin önüne geldiğimde, henüz kendimi yorgun hissetmediğim için, içimden deniz kenarındaki basamaklara oturmak geçti.

Güzel ve sıcak bir yaz gecesi. Arkamda, benim yönüme yürüyen adımları duyuyorum. Arkamı dönmeden biliyorum, bu gelenler polis. İlk önce çok kaba bir şekilde, gecenin bu saatinde burada ne yaptığımı soruyorlar. Ben elimden geldiğince kibar ama kararlı bir sesle, karşıdaki otelde kaldığımı ve uzun yıllar sonra tekrar yeşilköye  eski bir yeşilköylü olarak, gecenin bu sakin saatinde sadece burada oturmak istediğimi anlatıyorum. Yabancı hüviyetime baktıktan sonra, ses tonunu elinden geldiğince nazikleştirmeye çalışarak, 'beyefendi buraları bu saatlerde pek güvenli yerler değildir', değip gidiyorlar.

Ne kadar tuhaf? Polisin ayak sesleri bile değişmemiş. 16-17 yaşlarında bazen yaz gecelerinin geç saatlerinde, deniz kenarında arkaşlarla oturduğumuzda, bazen bekçi gelirdi, bizleri kovalamak için. Neden kovalardı? Bunun sebebini bugüne kadar ortaya çıkaramadım. Bir anlamıda yoktu. Belkide bekçi veya polislerin yaz gecelerinde gençleri kovalaması sadece bir gelenekti. Yani bir nevi gelenekleri koruma çalışmasıydı.

Tekrar gecenin sessizliğinde denize, teknelere, balıkçı motorlarına bakmaya koyuldum. Aklımda yine o soru; Neden bağrında ilk sevdamı, ilk dostlarımı, çocukluğumu, gençliğimi saklayan bu şehri özlemedim?

Sanki o anda tekneleri hafiften sallayan dalgalar kulağıma fısıldar gibi, bu soruya hiç beklemediğim bir cevabı veriyorlardı.

'Sen bu şehri hiç terketmedin'

Şimdi anlıyorum, neden bunca yıl neden özlemediğimi. Ben binlerce kilometre uzakta olsamda, hep buradaydım. Saçlarıma ilk ak bu sokaklarda düştü. Yaşam kavgamı bu mahallede verdim. Bu semtte yenildim, bu şehirde yendim. Bu dostlarımla bazı akşamlarımı, dertlerimi, sevinçlerimi paylaştım. Birlikte gördük çocuklarımızın büyüdüklerini.

Ben bu şehri belkide 25 sene kadar önce alıp götürdüm yanımda. Dünyanın neresinde olursam olayım, yinede her zaman bu denizin kenarındaydım. Bu sandalları, şu eğri, büğrü kaldırımları, kiliseyi, camiiyi, hatta şu gece yarısı gençleri kovalayan polisleri, hepsini yüreğimde sakladım. Onlar her zaman benim bir parçamdı. İnsan, hiç ayrılmadağı nesneleri özleyemez ki.

Belki sizlerinde özlemediğiniz şehirleriniz vardır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder