6 Temmuz 2012 Cuma

Yalanların son iki günü


1970 yılının haziran ayının günlük güneşlik bir günü. Sirkecide banliyö treninden iniyorum. 14 yaşındayım. Garın içi nedense tıklım tıklım dolu. Adım atılacak yer yok. Tedirgin bir heyacanla dolu insanlar. Ana kapıdan çıkmak imkansız. Yan kapıya yöneliyorum. Benim gibi garı terketmeye çalışan bir gruba katılıp zor zar dışarıya çıkıyorum. Garın önüde dolu, arabalar ve insanlar yerlerine çakılmışçasına durmaktalar.

Korkunç bir şeylerin olduğunu sezmekteyim. Ama çocukluğun verdiği cesaretle insan ve araba yığınlarının arasında zor zar geçerek deniz kenarından eminönüne doğru yürümeye çalışıyorum ama devam etmeye imkan yok.

Şimdi görebiliyorum bu izdihamın sebebini. Binlerce insan bir sel misali galata köprüsü istikametime akmaktalar. Ama köprü kapalı. Tanklar duruyor caddenin ortasında. Üzerinde ellerinde tüfekleri ile askerler. Caddenin sağı solu polisler.


İşçiler olduklarını kavradığım  bu akan insan seli, hep bir ağızdan anlamını anlamadığım bir takım şeyler söylüyor. Yürüyen insanların yüzlerine bakıyorum, korku ile kararlılık karışımı bir ifade var. Yorgun görünüyorlar.

Aklımda yüzlerce soru....
Neden bu kadar kızgın bu işçiler?
Sendika ne demek?
Bu askerlerin işi ne burada, bu işçilerin düşman bir ordu olmadığını bilmiyorlar mı?
Neden tankların namluları işçilere çevrili? Gerçekten ateş edecekler mi bu insanların üzerine?
Şimdi polis kordonunu arkasındayım. Deniz kenarındaki sandallarda hiç kimsenin ''Balık ekmek'' diye bağırmadığı dikkatimi çekiyor. Bana çok tuhaf geliyor. 

Şimdi önümüzden kadın işçiler geçmekte. Önümde duran polislerden biri, durup duruken önünden geçen narin görünümlü, ufak tefek, orta yaşlı bir kadına copla vuruyor. Kadın şimdi yerlerde. Polis bir kez daha vuruyor kadının kafasına. Elinde taşıdığı, kargacık burgacık harflarle yazılı karton parçası savrulup gidiyor. Anlının ve dizlerinin kanadığını görüyorum. Hemen kadınlı erkekli bir işçi gurubu kadınla polis arasına giriyor.

Yanlarında durduğum ve benim gibi olanları izlemekteki bazı insanlar polise ''vur kaltağa, ellerin dert görmesin, arslanım'' diye cesaret vermeye çalışırken, bazılarıda yere düşen kadın işçini sıyrılan eteğini kastederek ''biraz daha açta iyi görelim, yavrum'' gibi şeyler söyleyip, gülmekteler..

İçimde bu yerlere savrulan kadını aşşalamaya çalışan insanlara karşı ilk kez hissettiğim korkunç bir öfke var şimdi. 

Zevkle sırıtan, korktukları güçlüye yaltaklık yapan yüzlerini, ağzı köpürmüşlüklerini bu günmüş gibi hatırlıyorum. Bu insanlar kılık kıyafetleri ile benim tanıdığım, beni yetiştiren insanlara, komşularımıza ilk bakışta ne kadar benzeselerde onlardan olmadıklarını seziyorum. 

O anda bilmiyordum henüz, bu kuyruğu kısık itler gibi ancak sürüsü içinde uluyan kitleyi hayatımda değişik ülkelerde de bir kaç kez daha göreceğimi.

Ama az ilerimizde duran ve şık giyimlerinden, tavırlarından işçi olmadıkları belli olan kadınlı erkekli büyük bir insan kitlesi, böylesi bir ortamda hiç ummadığım bir şey yapıyorlar. Önlerinden geçen işçileri hiç birşey söylemeden sürekli alkışlamaktalar.  

Onların yanına girmeye karar veriyorum. Yanlarına vardığımda alkışlayan kadınların bazılarının ağladığını görüyorum. 

Şimdi işçiler yavaş yavaş tankların aralarından ve üzerlerinden geçmekteler. Bu sahne anılarımda sanki ağır bir çekimde gösterilen bir film gibidir.

Daha sonra polisler bizleri oradan uzaklaştırmak için sarayburnu tarafına doğru ittirmeye başladılar. Sahil yolundan yürüyerek geldiğim cankurtaran (kumkapıda olabilir, iyi hatırlamıyorum) trene binerek yeşilköye döndüm, bu 15 haziran günü...

Ertesi gün, ne olduğunu pek anlamadığım sıkıyönetimin ilan edildiği bildiren gazeteler bu olayların resimleri ile doluydu. Bizler her zaman ki gibi sorunlardan uzak aynı yaşamımıza devam ettik. 

Ama şimdi bir şeyler değişmişti, benim için;
İşçiler, memurlar vardı bu dünyada, o güne kadar tanımadığım. Kavrayamadığım bir takım istemlerini eğri büğrü bir yazı ile kartonlara yazan, zor zar geçinen, yürüyüşlerde dövülen, tankların üzerinden yürüyüp geçen, insanlar.

Sevmediğim bazı insanlar, ufak tefek bir kadına zevkli bir öfkeyle vuran polisler, onların yaltakçıları ve kendi insanlarına tüfeklerinin, tanklarının namluları ile nişan alan askerler vardı şimdi dünyamda.

Aynı anda, sorunları paylaşmadıkları halde, alkışlayarak zor bir anda işçilere cesaret vermeye çalışan, ezilene sahip çıkmaya insanlar da vardı. 

Artık biliyordum, nereye ait olduğumu...

''Vatan, millet, sakarya'' destekli, ''hepimiz türküz, doğruyuz, çalışkanız, bu vatanın evlatlarıyız'' yalanları bitmişti benim için bu 1970 yılının 15 ve 16 haziranında..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder