16 Şubat 2017 Perşembe

Boş zarfların efendisi

2009 yılının mart ayı olmalı. Şirketin girişinin önünde sigara içiyordum. Şirketin bahçesine bisikleti ile çok yaşlı bir adam girdi. Gücü pek yetmediğinden olacak, bisikleti o denli yavaş sürüyordu ki, nerdeyse bisiklet devrildi, devrilecek. Yanıma kadar geldi, bisikletinden indi. Üzerinde gri renkli pek yeni sayılmayacak bir pardüsüsü vardı, bu sevimli ve güler yüzlü insanın.

- Günaydın, kusura bakmayın, rahatsız etmek istemiyorum ama bu şirketin bir sorumlusu ile görüşebilirmiyim?

- Buyrun, benimle konuşabilirsiniz.- Bir kaç ay önce bu şirket burada yoktu. Yeni misiniz burada?- Evet. Bu senenin başında buraya taşındı şirketimiz.- O halde sizlere bu yeni yerinizde bol şanslar ve başarılar dileyeyim, önce.

Yaşının 80nin epey üzerinde olduğunu tahmin ettiğim bu sevimli adam. Konuşmasından, tavrından görgülü ve aydın insan olduğu belli oluyordu. Bu çevrenin insanlarının konuştuğu lehçeyi kullanmadan, tertemiz bir aydın ve okumuş insanın dilini konuşuyordu.

- Buyrun, içeriye girelim, bana isteminizi söyliye bilirsiniz.

- Lüzum yok, vaktinizi almayayım. Kısaca anlatayım. Benim size biraz tuhaf gelecek bir hobim var.


Omuzundaki çantasından bir zarf çıkardı. Boş ama üzerinde damgalı pul vardı, yani kullanılmış, iş yerlerinde genellikle kullanılan pencereli bir zaftı.

Ben böyle pullu damgalı zarfları topluyorum. Birincisi, ilginç pullu olanları koleksiyonuma koyarım. İkincisi, hangi dönemde hangi pul daha sık kullanılıyor, onu tesbit ederim. Yani bir nevi istatistik çalışması. Bu verileri posta kurumunun verileri ile karşılaştırırım. Mesela, posta bu puldan 500.000 tane bastmış ve piyasaya sürmüş. Ama sizlerin topladığı zarfların içindeki oranı, örnek veriyorum, %5. Ama ilk 3 ayda % 12 olması lazım, posta dairesinin verilerine göre. Bu ne anlama geliyor? Demek ki bu pul pek tutulmamış. 

Gayet tabii ki bunun şu anda bir anlamı yok ama pul koleksiyonu yapacak gelecek nesiller için çok önemli. Ben bunları bir deftere not alırım, ölümümden sonra pul kolleksiyoncuları federeasyonuna miras kalacak. 

Bu kadar uğraşı neden diye soracak olursanız, söyliyeyim. Benim miras bırakacak ne param, ne de mülkiyetim var. Eşimi kaybettim çok uzun yıllar önce, çocuklarımın kendi torunları var. Yani hayatta pek bir görevim kalmadı. Ama iyi anladığım bir konuda, gelecek nesillere birşeyler bırakmak istiyorum. Hepsi bu.

Hayret, hiç böyle birşey duymamıştım. Gayet tabii ki, sizler için toplayabiliriz bu zarfları. Hiç bir sorun olmaz. Gelin birlikte sekreterlerimize söyliyeyim, hem de sizi tanımış olsunlar.

İçeri girdik, sekreterlerimizi çağırdım, geldiler, durumu izah etttim kısaca.. 

Bu yaşlı adam bizlere teşekkür ettikten sonra yine zor zar bisikletine binip, yine o düştü düşecek yavaşlığı ile yola çktı.

Sonraları her iki - üç hafta bir gelmeye başladı. Sekreterlerimizin bir karton kutuda topladığı damgalı boş zarfları alır, nasıl teşekkür edeceğini bilemezdi. Bir süre sonra sekreterler o geldiğinde ''bir kahve ikram edebilirmiz?'' diye sormaya başladılar ve aslında kahve değil, belli meyve çayı içtiğini öğrendiler. Bundan sonra şirkette hep o meyve çayından vardı. O geldiğinde hemen içeriye alınır, çayı verilir. Küçük bir sohbet başlar. 

Zamanla emekli olmadan önce bir lise öğretmeni olduğunu, ispanya iç savaşında frakoya karşı cumhuriyetçi cephenin yanında savaştığını, sol kolunun dirseğinin orada isabet alması nedeni ile sakat kaldığını (bu sakatlığa benim onur madalyam diye adlandırıyordu), ikinci dünya savaşı esnasında meksikada yaşadığını öğrendik. Bu sebebten ispanyolca konuşabiliyordu. Dili sadece zengin ve aydın değil, aynı zamanda espriliydi. Pek hoşsohbet birisi. Her konuda bir filozoftan alıntı yapar, günümüze bağlardı.   

Geldiğinde hemen oturacak bir yer gösterilir, çayı yapılır ve sekreterlerden biri büroları dolaşarak ''pulcu adam geldi'' diye herkezi çağırırdı. Hemen kısa ama güzel bir sohbet başlar. Güncel konuları, felsefetik ve esprili değerlendirir, güldürürken düşündürürdü..

Pek uzakta oturmuyordu ama bu boş zarfları ona bizlerin getirmesini ''eğer gelip alacak gücüm kalmamışsa, zaten benim bir işime yaramaz bu zarflar'' diyerek reddetti.

Aradan böyle 6 sene kadar geçti. Artık eskisi kadar sık gelemiyordu, 6 haftada bir uğrayabiliyordu.

Uzun bir süredir ortalıkta yoktu, pulcu adam. Son gelişinin üzerinden aylar geçmişti. Zarfların sakladığı karton kutunun boyutları gittikçe büyümüş, artık bir kutudan ziyade bir sandık olmuştu. Gelip alanı olmamasına rağmen, şirkette hiç kimse bu damgalı, pullu boş zarfları atmaya cesaret edemiyordu. Ama bir süre sonra salı günleri yapılan haftalık mitingte en genç sekreter kadın, herkezin düşündüğü ama söylemek istemediği konuyu getirdi; ''Galiba bu boş zarfları toplamanın bir anlamı kalmadı, bilemiyorum pulcu adam bir daha gelebilecek mi?'' dedi. Başsekreter kadın hemen ona çıkıştı, ''Öyle uğursuz konuşma, kesin bir şey bilene kadar boş zarflar toplanacak''. Hepimiz bu cevaba sevinmiştik.

Aradan bir kaç hafta daha geçti. Ofiste telefonum çaldı, sekreter kadın, şirketin sorumlusu ile görüşmek isteyen birinin geldiği ve müraacatta beklediğini söyledi. 
Ben yaşlarda efendi görünümlü bir adam bekliyordu beni. Hemen kendini tanıttı ''Ben damgalı, pullu boş zarfları gelip alan adamın oğluyum'' Tabii ki hemen babasını merak ettiğimizi söyledim. Babasının ağır bir hastalıkla hastahanede yattığını, doktorların yaşı gereği bu krizi atlatamama olasılığının olduğunu anlattı. Babası ise ona ''Derhal o şirkete git sor, eğer hala benim için boş zarfları topluyorlarsa, bu hastalığı atlatacağıma eminim'' demiş. Bu fikri pek saçma bulsa da, belki de son istemi olabilir düşüncesi ile buraya gelmiş. ''Tabii ki toplamaya devam ediyoruz'' dediğimde, hemen yüzü güldü. Onu beraberimde küçük arşif adı verilen odaya götürüp sandık büyüklüğündeki karton kutuyu ve boş zarfları gösterdim. Adam ''inanılacak gibi değil, bir kaç resim çekebilirmiyim?'' dedi. Hemen cep telefonu ile resimler çekti. Nerdeyse sevincinden ağlayacak. Kartvizitimi aldıktan sonra bizleri haberdar edeceğini söyleyip gitti.

Bu ziyaretten sonra oğlu bir kaç kez telefon etti, önce babasının çok sevindiğini ve düzeleceğinden hiç bir şüphesi kalmadığını anlattı, sonralarında gerçekten adamın kendini toparladığını duyduk. 
Ve günün birinde oğlu ile şirkete geldi. Hepimiz çok sevindik. Bizlerin onun hayatını kurtardığımızdan emin olduğunu defalarca söyliyerek, hepimize ayrı ayrı teşekkür etti. Yine o felsefetik konularından söz edip bizleri güldürdü. Bir sürü küçük kartonlara doldurulan boş zarflarını oğlu arabaya yükledi. 

Daha sonraki haftalarda yürüyerek geldi (artık sevdiği bisikletine binemiyordu). Elinde o tarihi çantası yoktu ama iki bastonla yürüyebildiği için, yine o kadar eski bir sırt çantası vardı sırtında. Defalarca ''telefon edin biz getirelim zarflar'' dememize rağmen hep bize ''yürümek iyi geliyor'' dedi.  

Not. Aslında bu anlatımın buraya kadar olan bölümünü çok önceden yazmıştım ama bir türlü fırsat bulup, düzenleyip blogta yayınlayamamıştım. Ama bugün bir toplantıdan çıkıp şirkete geldiğimde pulcu adamın oğlu bekliyordu beni. 

Onu görür görmez anladım, elimi tokalaşmak için uzattığımda ''evet'' anlamında başını salladı. Hemen başsağlığı diledim. Toplantı salonunda oturduk. Babası geçen cumartesi günü elinde meşhur not defteri ve kalemi ile uyumuş ve bir daha uyanmamış, 99. yaş gününden bir gün sonra aramızdan ayrılmış. Bizlere tüm aile fertlerinin imzaladığı bir teşekkür mektubu bırakan oğlu, son toplanan boş zarfları da alıp gitti.

Tüm şirketi ağır bir hava bastı. Sanki içimizden birini kaybetmiştik..

Nur içinde yat, aydın insan..
Nur içinde yat, boş zarfların efendisi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder