24 Mart 2011 Perşembe

Bu gün benim günüm..

Bilmem bilirmisiniz, bazı günler vardır. Her anlamı ile mükemmeldirler. Ne yapmak isterseniz isteyin, hemen, kolayca yapabilirsiniz.

Bu bün işte öyle bir gündü. Önce havadan başlıyayım, 19 derece, günlük güneşlik bir bahar havası. Çiçekler açmış. Pırılpırıl bir gün.

Sabah yola çıktığımda, trafik sanki benim için açılmıştı. Trafik lambalarının yeşil dalgasında kısa bir yolculuk.


Ama bu gün çok zorlu iki toplantının beni beklediğini biliyorum.

Birincisi saat 8.30 da. Konun içeriği zorlu, büyük bir yatırımla ilgili. Benim hazırladığım tasarıyı bir türlü kabullenmek istemiyorlar. Ya hukuki gerekçeler öne sürüyorlar, yada ekonomik, örgütsel sebebler buluyor. Aylardır uğraşıyorum bu adamlarla. . Her toplantıyı en azından 3 saat sürdürürler ve sonuç çıkmasını önlerler. Çıldırmak işten değil.



Toplantı başladı. Ben tam gündemi belirleyelim falan diye giriş yapmama lüzum kalmadan. Karşıt şirketin genel müdürü, ''Bir dakika, bu gün öyle gündeme falan gerek kalmayacak. Bizler uzun uzun düşündük, hukuk ve ekenomi uzmanlarımıza danıştık, onların raporlarını okuduk ve bu işi, sizin tasarımınıza uygun yapmaya karar verdik. Hemde tek harfini bile değiştirmeden. Bu sonuca varmamızın bu kadar uzun sürmesinden dolayıda özür dileriz. Ön anlaşmayı hemen imzalayabiliriz.''

Ağızım açık kaldı. Hayretler içindeyim. ''Bu söylediğiniz gerçek mi? Yoksa biraz erkenden Nisan 1 şakası mı yapıyorsunuz?'' Adam dosyasından imzalanmış ön anlaşmayı çıkarıp masaya koydu. Hoş bir ortamda kahvelerimizi içtik. Toplantı bitti. Hala inanamıyorum.

Sekreterim posta dosyasını önüme koyuyor. Gelen yazıların içinde tek bir can sıkıcı konu yok, tam aksine. E-Mailler desen aynen.

İçimden geçiriyorum; galiba ikinci toplantı bir felaketle sonuçlanacak. Bu toplantı, harici yönetimini teşkil ettiğim bir şirketin geleceği ile ilgili, daha doğrusu onların bankalarını yönetim kurulu üyeleri ile bir toplantı. Başarılı olmak zorundayım, yoksa bu şirketin altı ay sonra sonu gelir. Toplantıya yarım saat kala sekreterim, içeriye geliyor. Bankanın krediler sorumlusunun telefon ettiğini, o arada telefonda konuştuğum için bağlayamadığını ve benim ona telefon etmem gerektiğini söylüyor. Tamam diyorum, bunlar toplantıya bile gelemeden olumsuz cevap verecekler.

Numarasını çeviriyorum, Karşıdaki hemen ''Nasılsınız, iyimisiniz? Kusura bakmayın telefon ettim, yapmak istediğimiz toplantıya, sizde uygun görürseniz, gerek duymadığımızı belirtmek için sizi aramıştım''

İşte tam tahmin ettiğim gibi felaket başlamak üzere.

Adam devam ediyor; ''Şirketin vermiş olduğu kredi istemine olumlu yanıtımızı telefonla iletmek istedik. Bizce tekrar bir toplantı yapılmasının bir gereği yok. Ama siz muhakak var derseniz o zaman başka, gelmeye hazırız.''

Rica ederim ne gereği var falan gibi bir şeyler söylüyorum. İyi günler diliyoruz. Bitti. Hepsi bu kadar. Yahu bu rüya gibi bir şey. Gibi ne demek, galiba resmen bir rüya. Şirkete telefon ediyorum. Bankanın olumlu onayından anlatıyorum. Şirketim sahibi; İnanılacak bir şey değil, diyor. Ya siz çıldırmışsınız ya da bu banka yönetimi. Adam sevincinden ne diyeceğini bilmiyor. Beni yarın için öğlen yemeğine davet ediyor ama yarın vaktim yok.

Ne güzel şimdi vaktimde var. Çıkıyorum. Sokakağa masa atmış bir italyan cafesinde bir kahve içiyorum, baharın insanlar üzerindeki etkisini izliyorum.

Aklımdan bu günün benim günüm olduğu geçiyor. Şimdi acaba başka konulara mı takılsam?

Mesela, Kaddafi`ye bir telefon edebilirim; ''Bana bak, çekil git, senin yüzünden ortalık kana bulanacak. Al bir kaç milyar dolarını git. Hüsnüye komşuluk edersin, onunda canı sıkılmaz. Bırak libyalı halk kendisi belirlesin kaderini, senin alacağın doğru kararın altında onursuz yaşayacaklarına, kendi aldıkları yanlış kararın acısını onurlu olarak çeksinler'' Acaba o da bana ''Çok haklısın kardeşim, madem öyle istiyorsun, dediğin gibi olsun. Ben hemen hüsnücüğüme yarenlik yapmaya gidiyorum'' der mi? Neden olmasın?

Veya..

Birleşmiş milletler konseyine bir mesaj çekebilirim; ''Ey İnsanoğlu, bu günlerde hepimiz japonuz. Gelin şu falaketin üstünden hep birlikte gelelim'' Bunun üzerine genel sekreter Ban Ki-Moon derhal telefon açarak; Beyefendi çok haklısınız. Hiç aklımıza gelmedi. Her ulus yardım etmeye hazır. Hemen yola çıkıyoruz. Hemde Fildişi sahilindeki iç savaşı da durdurduk. Filistinliler suçsuz insanları bombalamamaya söz verdiler, İsraelde yarın itibaren işgal altındaki bölgelerden çıkmaya karar verdi. Başka bir arzunuz var mı?''

''Var, sevgili Ban Ki-Moon, ama hepsini sıralamak vakit alır. İlk önce bu konuştuklarımızı halledelim''

Gerçekten bir denesem mi? Nerde bu Kaddafinin, Ben Ki-Moon`nun telefon numarası? Ne de olsa bu gün benim günüm.

Ama bir atasözü, günü akşamdan önce övme der...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder