8 Nisan 2011 Cuma

Bu gün yine en azından üç kişiyim..

Eve geldiğimde, bir yaz gününün akşamüstünü andıran ılımlı ve güzel hava vardı. Hemen aklıma geldi, hamakı arka bahçedeki iki ağacın arasına asmalıyım.

Halletmem gerekli bir kaç ufak tefek işler var ama, önce yol yorgunluğunu biraz olsun üstümden atayım, dedim. Beş dakika sonra hamakta yatıyorum.

Ama içimdeki akılcı kişiliğim, beni rahat bırakmamaya kararlı;

''Yahu kalksana, ne tembel adamsın. Sen söz vermedin mi bu sabah telefonda şu kadına? Bu akşamüstü muhakak arayacağım, diyen sen değil miydin? Kadın önümüzdeki hafta şirketin yönetim kurulunu ne zaman toplantıya çağırabileceğini bilmesi lazım. Ne kadar sorumsuz birisin. Kalk ve hemen telefon et.''

Ama içimdeki şeytan kişiliğimde az değil;
Manyak mısın be? Yat şurda, baksana tam altında yattığın kiraz ağacı ne kadar güzel çiçek açmış. Aaa, bak amma babacan bir arı uçuyor, bu eşek arısı değil, fil arısı galiba. Şu kelebeği gördün mü? Ne kadar da renkli. Artık yaz geldi sayılır.''
Bende bu ikisinin arasında kalmış güncel kişiliğimle; '' Gerçektende çok güzel, hava ne kadar sıcak. Ama yinede bir telefon etsem iyi olur.''

Akılcı kişiliğim;
''Tabii hemen kalk, al cep telefonunu eline, iki dakika bile sürmez. Sonra vicdanın rahat olduğundan hamağında daha huzurlu yatabilirsin''

Şeytan kişiliğim;
''Biliyorsun o kadın 15 dakikadan önce telefonu kapatmaz, hemde senin pek işine gelmeyen bir takım eski konuları açar. Ayrıldığı sevgilisini çekiştirir. Falan filan. İstiyorsan aç telefonu ama sonra sen söylemedin deme.''
Telefon ediyorum. Önümüzdeki hafta toplantının ne zaman yapılacağına karar veriyoruz. Biraz kişisel meselelerden de bahsediyor, önümüzdeki dönemde bir ara vakit olduğunda birlikte birşeyler içmeye gidelim, diyoruz. Gerçektende telefon konuşması biraz lüzumunda fazla sürüyor.

Şeytan kişiliğim;
Ben sana demedim mi? Elleme bu telefonu diye. Her neyse şimdi yat şu hamağa yine. Bırak şu iş, güç meselelerini. Al eline şu Der Spiegel dergisini oku. Mesela şu makale çok iyi, sen seversin böyle luzümsuz bilgileri ''İçki kültürünün tarihteki kökenleri''.
Gerçekten ilginç bir makale, keyif verici bir anlatımla, esprili ama belli ki iyi bir araştırma sonucunda yazılmış. Ne güzel okuyorum. Gerçektende hayatımdan memnunum.

Bir süre sonra akılcı kişiliğim kulağıma fısıldıyor;
Bu derginin ön tarafında yer alan makalelere üstün körü olsa bile bakmadın. Fukuşima, Libya, Fildişi sahili ile ilgili yazımlardı. Utanılacak bir durum, kazık kadar herif yatmış hamağına, içkinin tarihsel, kültürel kökenleri ile ilgileniyor. Aynı anda dünyanın başka yerlerinde insanlar ölüm-kalım mücadelesi veriyorlar. Ayıp diye bir şey var. Hiç bir işe yaradığın yok, bari bu konuda kendini bilgilendir. Belki aklına, bu insanlar için yapabileceğin faydalı bir şey gelir.''
Ama şeytan durur mu?

Takma kafanı sen öyle şeylere, zaten elinden gelen bir şey olmaz. Şu bembeyaz çiçekleri gördün mü? En iyisi sen, bu çiçeklerin adının ne olduğunu düşün. Yok, türkçe olarak düşünme, zaten türkçe bildiğin üç yada dört çiçek adı vardır. Bir de böyle havalarda aklından türkçeyi de geçirme, sonra birdenbire seninle bu dili ortak olan bir takım insanlar gelir aklına, İstanbul  geçebilir hayalinden, yeşilköyü hatırlayabilirsin. Özlem çökebilir ruhuna. Sen en iyisi, yattığın yerden masmavi gökyüzüne, pek anlamasanda, ağaçlara kuşlara bak. Zaten uzun yoldan gelmişsin. ''

Baktım olacak gibi değil. Bu hamakta üç ayrı kişilik için yeteri kadar yer yok. Bir süre sonsuz maviliği seyrettikten sonra kalktım. Bu yazıyı yazdım....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder