11 Mart 2013 Pazartesi

Diyarbakırda bir töre cinayeti ve kürsü sahibi bir dostum

7 Mart 2013 tarihli Milliyet gazetesinden bir haber;


Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde kocasına açtığı boşanma davası sürerken kayınpederi tarafından birlikte yaşadığı iddia edilen Mehmet Işık ile birlikte Kalaşnikof tüfekle taranarak öldürülen 21 yaşındaki Meltem Özdaş, ailesinin cenazesine sahip çıkmaması üzerine kadın örgütleri tarafından toprağa verildi.


Ailesinin sahiplenmediği cenaze morgda yasal süre olan 15 gün bekletildikten sonra bugün kimsesizler mezarlığında gömülmesi için belediyeye haber verildi.

Büyükşehir Belediye Başkanı ve Diyarbakır’daki kadın örgütlerinin girişimi ile cenaze hastaneden alınarak Yeniköy Mezarlığı’na götürüldü. Burada kadınlar Özdaş’ın tabutunu omuzlayarak camiye kadar taşıdı. Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, belediye yetkilileri ve Baydemir’in korumasından oluşan 6 kişi saf tutarak Meltem Özdaş’ın cenaze namazını kıldı. Namazdan sonra Özdaş’ın cenazesi mezarlığa götürülüp, burada Kürtçe dualar eşliğinde toprağa verildi.

Töre adına silahsız, savunmasız genç insanların canını alan adi katiller ve yine töre adına evladının cenazesine sahip çıkmayanlar, hangi özgürlüğü hak ettiğinizi zannediyorsunuz?

Bu cenazeyi insanlık adına teslim alan ve omuzlarında taşıyan bu bu kadınlara ve bu imkanı tanıyan yetkililere ne kadar teşekkür etsek yeterli olmaz.  

Bu kadınların omuzlarıdır, yürekleridir hepimizin insanlık onurunu ayakta tutan.

Ama benim büyük öfkem bana bir kaç gündür mailler yazarak bu töre cinayetlerinin sebebinin toplumsal ezilmişlikten kaynaklandığını izah etmeye çalışan, bir ''aydın, entellektüel ve kürsü sahibi'' bir dostuma.

Benim eski ve kendi yeni tabirinle ''kürsü sahibi'' dostum,
Aslında ne kadar da uyumlu ve ahenkli oluyor değil mi? Genç insanların canavarca öldürülmelerini ''marksist sosyoloji kapsamında'' sınıfların çarpışmasının bir ''yan ürünü'' olarak tezgahlamak. Yetiştirdiğin o genç üniversiteli gençlerin seni hayranlıkla dinlediklerinden eminim. Politikanın ''on binden sonra'' başladığını yazıyorsun (Bunu Lenin' nin ''Ne yapmalı?'' adlı kitabından arakladığını ikimizde biliyoruz). 

Gayet tabii, büyük düşünürler ve düşünceler için hiç bir anlamı yoktur, bir-iki gencin öldürülmesi. Ne anlamı olabilir ki, bir kaç kadının bir araya gelip, omuzlarıyla, yürekleriyle şerefsizliğin önüne çıkmalarında? Sen özgürlükten bahsettiğide kendinin bile tanımlayamadığı (İşçi sınıfı? Millet? Halk? Emekçiler? Demokratlar?) bir takım insan yığınlarının özgürlüğünden bahsediyorsun. Geçtiğimiz yüzyıldan ders çıkartamayan, çıkartmaktan (haklı olarak) korkan fildişinden kulede yaşayan, zavallı bir entellektüellikten başka birşey değil bu. 

Benim özgürlüğüm bu değil dostum, benim özgürlüğüm, 21 yaşında töre cinayeti kurbanı Meltem Özdaş'ın özgürlüğüdür. Onun kendi iradesi ile seçtiği eşinin özgürlüğüdür. Senin gerektiğinde her türlü insancıllıktan uzak fikirlerini dile getirebilme özgürlüğündür. Ayşe, Fatma'nın, Ahmet, Mehmet'in diğer bireylerin özgürlükleri ile sınırlanan özgürlükleridir. Benim özgürlüğüm bu kadar basittir. 

Yazdığın son Emaili ''Bu töre cinayetleri ezilmişliğin sonuçlarından biridir'' diye bitirmişsin.

Hayır dostum,
Bu cinayetler ve bunun ardında yatan ahlak anlayışı, ezilmişliğin sonuclarından biri değildir,
Sebeblerinden biridir....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder