8 Aralık 2013 Pazar

İnanılacak gibi değil..

Bu kitap 1687 yılında Viyanada basılmış. Konusu türkçe dili ve grameri. Aynı zamanda dört (Türkçe, Latince, Farsça ve arapça) dili kapsayan bir sözlük.
Sözlüğün ana dili (o zamanlar bilimin ortak dili olan) latince ama latincenin yeterli olmadığı yerlerde almanca not düşülmüş.
Kitabı yazan, o zamanki Habsburg’ lu (yani bu günki Avusturyalı) Franciszek Meninski (1623-1698).
Orjinal adı: ‘’Thesaurus linguarum Orientalium turcicae, Arabicae, Persicae’’

İki ‘’ilki’’ kapsıyor bu muhteşem kitap;

1- Büyük bir ihtimalle türçe dilinin latince harflerle yazıldığı ilk kitap.

2- Muhtemelen ilk türkçe ‘’dil bilgisi’’ kitabı.

(Linguarum Orienttalum (Buradan orjinali görebilirsiniz)

Bu kitaba konu olan dil, sadece bir kac yüz kişinin konuştuğu, yazdığı yapay bir saray dili olan osmalıca değil. Halkın konuştuğu dil. Karacaoglanların, Pir sultanların dili. Okudugunuzda göreceksiniz, ne kadar günümüze yakın, hatta modern diyebileceğimiz bir türkçe.

Diller her zaman halkların yaşam gerçeklerinin aynasıdırlar. Şimdi daha iyi kavrıyorum, despot osmanlı ailesinin halktan ne kadar uzak olduğunu. Şimdi bana daha da yakın Celaliler, Kalender Çelebiler, Karayazıcılar, Şeyh Bedrettinler.

Ana dili türkçe olan biri olarak ilk kez 57 yaşımda, İtalyadan çok sevdiğim bir dostun iletmesi ile böyle bir eserin varlığından haberim oluyor. Şimdi ilk kez anadilimin 326 yıl önceki kelimelerini, onların telaffuzunu okuyabiliyorum. Bundan kim utansın? Sağa sola taş atmaya başlamadan önce, kendimi eleştirmem gerekir; böyle bir araştırmayı şu ana kadar, bu günün olanakları ile neden yapmadım? Neden aklıma bile gelmedi? Dile saygılı yetiştirilmedik, demem lazım ama bu yine de sahte bir özür olur.

İşin doğrusu, okul yıllarında bize o araştırmacı, gerçeği aramaya yönlendiren eğitimi vermediler. Onun yerine uydurma, vurdulu, kırdılı osmanlı ailesinin hikayesini anadolu halklarının tarihi diye anlattılar. Belkide utandılar, söyliyemediler; ilk türçe grameri kuşatıp kuşatıp bir türlü alamadıkları viyanadan bir dil bilim adamının yazdığını. Osmanlının ne akla hizmetse illaki ele geçirmek istediği, altın elma diye adlandırdığı bu kenti ele geçirmiş olsa, daha da çabuk çökebileceği ihtimali tarihimizi (siyasi ortama uygun olarak) yazanların hiç dikkatini çekmemiştir.

Osmanlı neden çökmüştür sorusunun cevabı aslında bu kitabın tarihinde gizlidir. Osmanlı, ''orduya yatırım- sefere çıkmak - işgal etmek - vergi toparlamak'' zinciri ile ekonomisini ayakta tutmaktan öteye gidememiştir. Ama aynı anda batı avrupadaki toplumlar yavaş yavaş bilimin önemini ve bağımsızlık gerekliliğini kavramaya başlamışlardır. Bu sebebtendir, bu kitabı ana dili türkçe olan biri yazamamıştır, yazamamıştır 1687 yılında. 

Günümüz Türkiyesi malesef böylesi önemli eserleri ön plana çıkartıp, okullarda öğreteceğine televizyonlarda sultan Süleymanın haremlik selamlık maceraları konu ediliyor. Hatta bu ülkenin başbakanı bile bu sırada Daily Soap serilerin rejilerini ciddiye alıp, hayatının 10 yılını seferde geçirmiş bir osmanlı despotunun kahramanlık hikayelerinin anlatılmasını istiyor.

Sevgili Franciszek Meninski,
Günün birinde yolum tekrar Viyanaya düşecek olursa, mezarını arayıp bulmak istiyorum. Sana, tüm türkçe konuşan ve sadece bu dile değil tüm halkların dillerine saygısını esirgemeyen insanlar adına Karacaoğlanın aşşağıdaki şiirine sarılmış karanfiller getireceğim. 
Nur içinde yat, üstat.... 

Ala gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hicine gönlüm hicine
Yiğide ölüm geçine
As beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklayayım gül yerine

Karacaoglan der nolayim
Kolun boynuma dolayım
Nazlı yar kölen olayım
Kabul eyle kul yerine

Ala gözlü benli dilber
Usul söyle söz ederler
Gönül suyun akıtırlar
Gözlerimi buz ederler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder