2 Ağustos 2015 Pazar

Bir dosta mektup veya ne kadar ekmek, o kadar köfte...

Değerli dostum,

Bu gün günlük güneşlik bir yaz günü, barış ve huzur içindeki orta avrupada. Tabii ki burada da bildiğin gibi bir sürü sorunlar var; milyonlarca insan işsiz, yüzbinlerce mülteci toplumu her anlamda zorlamaktalar. Elimizdeki para birimi zehir gibi. Devletlerin bazısı iflas etmiş durumda.

Ama her türlü soruna rağmen hepimizin hali, vakti yerinde, rahatlıkla yaşıyoruz. Ama bu güncelliğimiz, dünyamızın güncelliği değil, hele ikimizin doğduğu ülkenin hiç değil, dostum, biliyorum..




Günlerimiz öylesine günler ki, insanlık henüz kavramıyor yine bir dünya savaşının eşiğide değil, içinde olduğunu. Batmış, yenilmiş bir toplum düzeni olan islamın, son iktidar mücadelesinin başta müslümanlar olarak, milyonlarca insanın canına kıydığını izlesekte, anlamadığımız günler, bunlar.

Böyle bitiyor, ister ismi din, millet, veya herhangi bir -izm olsun, toplumun mayasını teşkil eden dünya görüşleri, ahlak anlayışları. İlk önce kendi taraftarlarını kırıp geçerek. Büyük bir felaketle. Tarihteki örnekleri hep böyledir, hristiyanlığın iktidarını kaybetmesi 30 yıl süren korkunç kanlı bir savaşın sonunda olmuştur. Bu savaşın sonucunda o zamanlar avrupada yaşayan nufusun üçte biri katledilmiştir. Yani öncelikle hrıstiyanlar. 

Bilirsin, insanoğlu korkar tek başına olmaktan, daha doğrusu bir birey olmaktan ziyade, bir sürünün ferdi olmak ister. Bir bakarsın giysileri ile ötekilerin bir parçası olmaya çalışır, bir bakarsın tesadüfen içine doğduğu ülkenin, dinin bir parçası ilan eder kendini. Nedenini bilmese de..

Bir ulusa, bir dine ait olmakta yetmez bu insanlara, bu ulusun, dinin sınırlarını belirleyebilmek için karşıt gerekir, daha da doğrusu düşman gerekir onalara. Onlar gibi olmayanlardır, bu düşmanlar.

Bu bizim doğduğumuz ülkede de böyle. Belki biraz daha da etkin, bu "onlar ve bizler" düşüncesi. İnsan ne denli birey olarak düşünebilmekten acizse o denli çoğunluğun ruh halini, düşünce diye benimsiyor. Dediğim gibi, bu geldiğimiz ülkede inanılmayacak kadar kadar yaygın.

Aklın, yine milliyetçi naraların denizinde boğulduğu günlerdeyiz. 

Doğduğumuz bu ülkenin kapılarına her türlü insanlığın düşmanı, arap beylerinin beslemesi katiller sürüsü dayanmış, bunlar iktidardan bile destek alırken, yurt içinde örgütlenmişken bu iktidar başka hesaplar içinde.

İktidarı tehlikeye düşmüş, gerçek müslüman olan, islam devleti dostlarının yardımına, onların dünkü siyasi karşıtları "cumhuriyetçi inkilap çocukları" ve sadece terör dönemlerinde itibarı olabilen PKK kadroları koşuyor. İnkilapçılarımız pusulayı hepten kaybedip, iktidar partisi ile milliyetçilik narası atma yarışına girmişler. PKK lı kadrolar ise sanki ''bir yerden, tam zamanında emir almışçasına'', demokratik gelişmeyi durdurabilmek için gerekli olanı yapıyorlar. 

Bu gidişatın sonucu belli, yüzde onüç oy alarak, iktidar partisinin tekerlegine çomak sokanlar siyasi sahneden kaybolacaklar. Neden mi diye soracak olursan, cevabı gayet basit. Demokratik bir gelişmenin sonunda ortaya çıkanların malesef bir kısmı demokrat değiller. Bu sebeten demokrasiyi koruyacak güçte değiller. 

Ne kadar tuhaf değil mi? Kendi sorduğum soruyu kendim cepalandırayım. Hayır, degil. Ne sağımız, ne solumuz kavrıyabiliyor, neden demokrasi gerektiğini, Sadece bireysel özgürlüklerle kalkınabileceğimizi. Her hangi bir siyasi sorun önümüze çıktığında hepimiz, milli ve dini gözlüklerimizi takıp, neden dünyayı anlamdığımıza şaşıyoruz. 

Biz alışmışız beylerin, koçeroların, paşaların, padişahların, peygamberlerin peşinden gidip sürülmeye. Neyimize gerek demokrasi? Kime ne özgürlükten? Kimi ilgilendirir refah düzeyimiz? 

Peki hiç mi demokrat yok bu ülkede dersen, var derim olmaz olur mu? Ama bir stadyumu doldurabilirler mi? Bilemem.

Ne kadar ekmek, o kadar köfte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder