5 Haziran 2011 Pazar

Hatuşaş sfinksi ve Karacaoğlan

Bu günlerde gerek alman basınında, gerekse türkiye basınında sürekli yer alan bir konu var. Türkiyenin uzun süredir geriye verilmesini istediği ve berlindeki bergamon müzesinde bulunan ''Hatuşaş sfinksi'' yapılan anlaşma neticesinde, geriye verilmesine karar verildi.

İlk bakışta hoş ve güzel bir haber ama üzerine düşündüğümüzde her anlamda utandırıcı bir hikaye.

Neden mi?

Almanya bu karara bir tehditle zorlanmıştır. Tehditte şu; ''Eğer bu sfinksi geri vermezseniz, almanya arkoloji dairesinin Türkiyede yaptığı tüm kazıları yasaklarız.''

Bence seçim dönemlerinde boş kafalı, milliyetçi takımın oylarına göz atarak nara atar gibi savrulan bu tehdidin ardında zayıf noktaları görmek mümkün.

Bu kazıları geçmişten bu günü kadar Türkiye neden kendi kadrolarıyla, kendi parasıyla, kendi bilimiyle yapmadı? Neden yapmıyor? Yapamıyor mu? Eksik olan nedir? Para mı? Bilgi mi? Yoksa kültürel değer meselesi mi?

Bu günkü Türkiyenin sınırları içindeki antik harabelerin geçtiğimiz yüz yıllarda (hatta yasal olmasada günümüzde bile) ''hazır taş ocağı'' olarak kullanıldığının sorumluluğunu kim üstlenecek? Turizim bakanlığımı?

Ve bu eski taş yıgınlarının yabancı arkologlar için bir değer taşıdığını öğrenen ve bu taşları halkların değilde padişahın malı sayıp, yabancı devletlere satan, hediye eden osmanlının hesabını kim verecek?

Boğazköy ve benzeri buluntular ne türkiyenin nede almanyanın malıdır. Bu taş yığınlarının görevi, ufak tefek bir şeyler satabilmemiz için turistleri çekmekte değildir. Bunlar sadece insanlık tarinin bizlere emanetleridir. Hazır mıyız bu sorumluluğu taşımaya?

Ben pek emin değilim, hazır olduğumuzdan. Küçük bir örnek vereyim;

Resim Mut ilçesi sitesinden alınmıştır
Şu yukaridaki görülen anıt mezar neresi, biliyor musunuz?

Hemen söliyeyim; Büyük ozan Karacaoğlanın mezarı. Bu mezaranıtı içele bağlı mut ilçesi belediyesi kendi imkanları çerçevesinde yaptırmış ve 15 Kasım 1997 tarinde açılmış. Sağolsunlar. Türkçe konuşan her kez bu belediyeye büyük teşekkür borçlu. Bu insanlar zamanında bunu yapmasalar, karacaoğlanın mezarının nerede olduğunuda bilemeyecegiz.

Ama yinede bir sürü soru oluşuyor kafamda;

Burasının karacaoğlanın gerçek mezarı olduğundan şüphe var. Neden bilimsel olarak araştırmıyoruz?

Neden ilk olarak 1997 yılında böyle bir anıt mezar yapılmış? Neden 1797 veya 1897 yılında değil?

Neden bu anıt bu denli üstünkörü yapılmış? 14 sene içinde şu resimdeki hale gelmiş?

Neden bu milliyetçilik coşkusuyla sfiinks bizimdir diye bağıranlar, Karacaoğlanın mezarıyla ilgilenmiyorlar? Yoksa ''karacaoğlanın mezarı turist çekmez, para getirmez'' diye mi bir ilgi yok?

Karacaoğlan, sadece güçlü bir ozan değil, aynı zamanda bu gün konuştuğumuz türçenin, osmanlının farsçası ve arapçasının dışında hayatta kalmasına büyük katkısı olmuş büyük bir kültürel kişilik. O bizlerin gelecek nesillerden aldığımız bir emanettir. 

Her ne kadar naralar atarak milliyetçi oyları toplamaya faydası olmasada, Karacaoğlan da insanlık kültürünün önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır. 

Kendi dilinin, kültürünün sorumluluğunu taşımamakta inat eden bu basit milliyetçi görüş ne denli insanlık tarihinin belgelerinin sorumluluğunu üstlenmeye hazırdır? Bilemiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder