26 Haziran 2011 Pazar

Psikoloji - Olmayan nesnenin uydurulmuş bilimi veya simyadan kimyaya geçiş

Bilim tarihindeki tek kalıcı akım inançtan bilmeye yönlenik. Yanlış anlaşılmasın, ''inançlar'' kendiliğinden bilime dönüşmez, sadece yeni bir ortamda ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm getiremedikleri için yerlerini ''bilinene'' verirler.

Küçük bir örnek;
Güneş mi dünyanın , yoksa dünya mı güneşin çevresinde dönüyor? Dünya yuvarlak mı yoksa tepsi gibi düz mü? Bu sorular, elindeki sopası ile ava çıkan, ağaçlardan topladığı yemişlerden geçinen taş devri insanı için hiç bir önem taşımazlar. Ama bir kaç bin yıl sonra gemisi ile bir kıtadan başka bir kıtaya yola çıkacak insanoğlu için bu soruların cevapları yaşamsal değer taşır.

Hepimizin bildiği gibi ortaçağda ''simya'' adlı bir bilim vardı. Bu bilimin ana amacı ''altın yapabilmek''. Gayet tabii ki, altın tek bir atom tipinden oluşan madde olduğu için diğer bir sürü maddelerin karışımından altın yapabilmek mümkün değil. O zamanlar simyacılar, neticeden altın yapamasalar bile bugün bir bilim dalı olan kimyanın temellerini atmışlardır.

Günümüzde hepimiz bu simyacıların ''saçma sapan uğraşılarına'' gülüyoruz. Bence, henüz ne gülücek halimiz, nede haklılığımız var. Insanoğlu hala uydurma bilimlerin peşinde, hatta bir bilim olmadığını kavramasına rağmen. Bunun günümüzdeki en büyük örneği psikoloji.


Psikoloji modern anlamda bir bilim değildir. Yani izlenen olguları, her yerde, her zaman geçerli bir yöntemle aynı sonuçla açıklayamaz. Sadece ortak deneyimlere dayanarak, olguları adlandırmaya çalışır. İnsanoğlunun vucudundan ayrı bir ruhu olduğundan yola çıkar (Son yıllarda modern psikoloji bu konuda çok ihtiyatlı davranmaya başladı).

Oysaki günümüzde insanın tavır, davranış, düşünce gibi dışa yansıyan eylemsel yanının sadece genetik, nöroloji, moleküler biyoloji gibi yeni bilim dalları ile açıklanabileceğini ve bu konudaki hastalıklarında ancak bu bilimlerin yöntemleri ile tedavi edilebileceğini şüphe götürmez bir şekilde biliyoruz.

Ama insanlar henüz bu konuda simyacılıkla uğraşmaktalar. Hala mahkemelere bilirkişi olarak psikologlar çağrılır. Hala üniversitelerde okutulur. Hala düşünsel hastalıkların şifası psikolojide aranır.

Bunun bir kaç önemli nedenleri var. En başta yukarıda sözünü ettiğim yeni bilim dalları, psikolojini 200 yıldır çözemediği bazı sorunları 20 sene zarfında çözmelerine rağmen her soruna henüz kesin cevapları yoktur. Bu bilimlerin kendilerini kurumsallaştırmak ve yeni tip bilimsel kadrolar oluşturabilmek için zamana ihtiyaçları vardır.

Bu meselenin siyasi bir boyutuda var. Avrupa ve kuzey amerikada, siyasi dinci akımlar bu yeni bilim dallarına karşı ciddi bir mücadele vermektedirler. Ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Yasal ve yasal olmayan her türlü yöntemle sürdürülmekte bu siyasi kavga. Müslüman ülkelerde insanoğlunu yeniden tanımlayan bu bilimlerin boyutları dinci kesimlerce (bu sol kesim içinde geçerli) kavranmadığı için henüz böyle siyasi saldırı söz konusu değil.

Neden sağ-sol meselesini buraya karıştırdığıma gelince; Bu fransız devrimi sonrası icat olunmuş terimlererinde sonu yaklaşmakta. İnsanın ve doğanın tanımlamasında değişen kavramlar, yeni doğan bilimler siyasi gerçekleride yeniden tanımlayacaklar. Belkide önümüzdeki yıllarda siyasi anlamda sağ-sol yerine yeni ve eskiden bahsedecegiz.

Bence, yukarıda kısaca değindiğim bu konu, bizlere henüz daha kavrayamadığımız tarihin keskin bir virajını dönmeye başladığımızı gösteriyor. Ve binlerce yıllık deneyimlerimizden biliyoruz, eski yenilmeye mahkumdur.

Tüm eleştiriye rağmen psikoloji aynen simyanın bir bilim dalı olarak kimyanın yolunu açması gibi, o da yeni bilimlerin önünü açmakta. Bu anlamda, psikolojiye, psikologlara müteşekkür olmamız lazım. Onlar, 200 seneyi aşkın bir süre içinde dine dayanan ''iyi insan - kötü insan'' kavramlarını yerle bir etmiş, insanlığın ileriye yönelik önemli bir adım atmasını sağlamışlardır.

Teşekkürler psikoloji, tarihin sana verdiği görevi büyük bir azim ve başarı ile yerine getirdin. Şimdi   evine gidip ''sedire'' uzanabilirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder